Stajyerler ve Arılar

Sabah yine “aynı” şekilde uyanmıştım ve neden uykumda bir türlü ölemediğimi veya neden uyandığımda dünyanın yok olmadığını veya insanların neden uyandığımda sebepsiz yere ortadan kaybolmadığını düşünüyordum. Bir yandan da kahvaltı hazırlıyordum. Sırandan bir sabahtı. Spor yapmamama rağmen protein oranı yüksek omletimi her sabah olduğu gibi o sabah da hazırlamaya koyulmuştum. 1 yumurta, 3 kaşık çökelek ve yumurtadan pek hazzetmediğim için biraz maydanoz. Maydanoz gerçekten her şeyi yenilebilir hatta lezzetli yapabiliyor. Hepsini çırpıp tereyağıyla sıvanmış tavaya döktüm. Ve hemen ardından günümü neşelendirecek lanet olay yaşandı. Bir arı gelip ocağın üzerine kondu ve biraz dolandıktan sonra adeta bir güve gibi gitti ateşe attı kendini. Hem ateşe doğru hızla koştuğu için hem de arı olduğu için müdahale edemedim.

Şimdi yazarken fark ettim: ocağı kapatabilirmişim. Neyse olmuşla ölmüşe çare yok.

Arı önce acıyla vızıldadı ve geri kaçtı. Sonra ateşin yakıcılığını az önce deneyimlemiş bu hayvan tekrardan gitti ve ateşin içine tamamen girdi. İkinci olayı beklemiyordum. Bu nedenle şimdi olsa yine bir şey yapmadan durup şaşkınlıkla izlerdim. Arının beklenmedik ikinci hamlesi ağır yaralanmasına neden oldu. Acıyla vızıldıyordu ve sesi giderek soluklaşıyordu. Kahvaltımın içine ettiği için sövsem mi sövmesem mi diye düşünürken arıyı bir bezle aldım ve acısını sonlandırmak için ezdim.

Açık bir veteriner bulmam pek olası değildi o saatte. Üstelik herhangi bir veterinerin bir arıyı kurtarma işine sıcak bakacağını da pek sanmıyorum.

Neyse bu olayı anlatma sebebim iş yerindeki stajyerler. Geçenlerde işe başladım. Teşekkürler, eğer hayırlı olsun diyorsanız. Ancak işin hayırlı olup olmama durumu biraz karışık. Başka zaman değineceğim. Unutmazsam.

Berbat bir olay da olsa bunu not edeyim çünkü ileride bir şeyler yazarken kullanırım, diye not almıştım arıyı. Geçenlerde fabrikadaki stajyerleri görünce aklıma geldi. Arı gibi çalışıyorlardı. Ayrıca fabrika bir döküm fabrikasıydı. (Nasıl ama? Beynim alakasız konular arasında muhteşem bağları fark ediyor, değil mi? Ne yazık ki bu bağları iyi kullanamıyor.) Ateşe atlayan arıyla onlar arasında bir bağ kurup yazıyı güzel bir şekilde bağlamayı düşünüyordum, lakin hiçbir şey bulamadım. Çok zorladım, çok denedim. İşsizliği falan düşündüm, uzun ve yorucu çalışma saatlerini düşündüm, işçi arı ile mühendis arının maaşlarını kıyasladım ve enflasyon arıyla bunları birleştirmeye çalıştım. Sonra hepsini bir potada erittim ve kum kalıplara döktüm. Kalıplar kuruyunca çıkardım ve kaynakla birleştirip büyük resmi görmeye çalıştım. Yine de işe yarar bir şey bulamadım. Yanlış meslek seçiminin ya da yanlış ülke seçiminin ağır sonuçları vardır, gibi zorlama bir sonuç çıkardım, fakat bu sonuç hiç tatmin etmedi beni. İntihara bağlamayı düşündüm ancak bu da başka bir zamanın konusu. Ayrıca arı intihar etmemiş olabilir. Araştırmak lazım.

Neyse. Elimde sadece stajyerlik ile ilgili bazı notlarım var. Mecburen konudan konuya atlayıp onlarla devam edeceğim.

İşimin ikinci günüydü. Ağzıma kalem kapağı almış bir şeyler not alıyordum. Sonra bu eylemin ne kadar havalı olduğunu fark ettim. Ağzımda kalem var ve ciddi bir ifadeyle notlar alıyorum. Gerçekten çalışıyor gibiydim. Ancak biri gelip ne yazdığıma baksa tüm karizmam anında yerle bir olurdu. Çünkü hiçbir iş yapmıyordum. İki gündür mühendistim ve tek yaptığım etrafta dolanmaktı. Yeni mühendis olduğum için işi öğreniyorum. Diğer çalışanların, öğretmenlik yerine yapması gereken önemli işleri var. Haliyle çok fazla iş verilemiyor bana. Sadece; öğren, dene, sen de bak falan diyorlar. Staj gibi. Ancak değil.

Stajın tanımı; uygulamalı öğrenme dönemidir. Çok sevgili üniversitelerimizde bu iş “yaz stajı” adı altında zorunlu olarak yapılır ve öğrencinin aldığı teorik eğitimden olabildiğince uzaktır. Tıpkı bizim fabrikadaki stajyerlerin anlamsızca geçip giden staj günleri gibi. Mesela o gün, kalemi ağzımdan çıkarıp stajyerlerin durumuna baktığımda; cinsiyeti kadın olan stajyerin ofiste oturup telefonla oynadığını, cinsiyeti erkek olan stajyerlerin ise az ötede 60 kiloluk demir parçalarını palete tek tek yüklediklerini gördüm. Bir yandan da küfür ediyorlardı. İş ayakkabısı ve baret dışında bir şey de verilmemişti çocuklara. Kendi kıyafetlerini kendileri getirmiş. Baretlerin rengi de sarı. Benim stajım da böyle anlamsızdı ancak bize ağır iş yaptırılmamıştı. Ve beyaz baret verilmişti.

Ne garip bir manzara.

Cinsiyetlerini özellikle belirttim. Bir art niyetim yok. Olamaz zaten. Durumu anlattım sadece. Amacım boş duyar kasan salakları uzaklaştırmak.

Staj kelimesinin anlamını “ucuz iş gücü” olarak değiştirmek. Hatta bedava iş gücü. Göçmenlere bile az da olsa ücret ödenmesi gerekiyor. Ancak stajyere yemeğini versen yeter. Bu arada stajyerlerden biri çalışmanın acısını iyi çıkarıyor. Masadan kalktı ve ikinci tabağı almaya gitti. Ye aslanım! En çok sen hak ediyorsun bu yemeği. Çünkü para almıyorsun ve buna rağmen yapmak zorundasın.

Mühendislik stajı diye gelip işçilik yapıyorsun ve bu olayın saçmalığını kimseye anlatamıyorsun. Gerçekten sistemde bu kadar hata olması ve kimsenin umursamaması çok garip. Umursadığını iddia edenlerin de umursamaları internet üzerinden eleştirmekten öteye gitmiyor. Tıpkı şuan benim yaptığım gibi. Ancak ben umursadığım için yapmıyorum. Kelime sayısını arttırmak için eleştiriyorum. Yoksa başıma gelmediği sürece bana ne? Öyle değil mi? Gerçi başıma gelse de sesimi çıkarmam ve bu düzen böyle gelmiş böyle devam ederim, diyerek ne kadar aciz ve ne kadar iğrenç bir varlık olduğumu belli ederim. Tıpkı sıradan insanlar gibi.

Stajyer alnından akan terleri siliyor ve soruyor bana, “sen de stajında böyle çalışıyor muydun?” Hayır, tatlım. Benim stajım, daha doğrusu stajlarım rahattı. İki staj yaptım. Çünkü eğitim sistemimiz çoh eyi. Biri 3 gün sürdü. Fabrikayı gez, yemek ye, mühendislerle sohbet et ve staj defterini imzalat. Diğeri daha kurumsal bir şirketti 30 gün sürdü. Ancak 30 gün boyunca bizden sorumlu mühendis bize gidip işçilerle takılmamızı, işi izlememizi söyledi. Başka bir mühendis atik ol, soru sor, işçileri dikkatle izle gibi öğütler verdi. Ben de kaynak yapan işçilerin yanında; tozun, dumanın, gürültünün içinde e-kitap okuyup hayatı sorguladım. Sanayinin sabit bir gürültüsü var. Bir çeşit uğultu. Haliyle odaklanmak zor olmuyordu. Arada bir de işçilerle sohbet ettim. Daha doğrusu onlar konuştu ben dinledim. Genellikle insanlar çok sessiz olduğumu söyler. Sonra girişken olmam gerektiğine dair tavsiyeler verir. Sonra durup bir düşünür ve derki aslında en iyisini sen yapıyorsun, kimseyle muhatap olmayacaksın. Sonra da başlarlar anlatmaya. Her şeyi anlatırlar. Her şeyi! Özellikle dert yakınırlar. Tüm sorunlarını, dertlerini, kederlerini anlatırlar. Sonra da seans ücreti ödemeden çekip giderler.

Stajın saçmalığından bahsetmek istiyorum biraz. Çalışanların yükünü azalttıkları için onlara göre faydalı. Ancak stajyerlerin kendileri için pek faydalı değil. Bir deneyim elde ediyorlar. Doğru. Lakin bu deneyimin ne kadarı işlerine yarıyor ve bu deneyim tam olarak meslekleriyle mi ilgili, işte orası tartışılır. Her meslekte böyle olmasa da çoğu meslekte durum bu. Ayrıca bu stajların iş deneyimi olarak kabul edilmemesi de cabası. Çocukların yaz tatillerini mahvedelim diye düşünülmüş olabilir.

Kula sarı olsun lütfen.

Stajyerlere kumpas kullanmak dışında bir şey öğretilmiyor. Stajlarımdan birinde bir mühendis benle ilgilenir gibi oldu. İş akış şeması çıkaralım, demişti. Ne yazık ki işi yoğun olduğu için devamı gelmedi. Benim ilgisizliğimin de etkisi olabilir biraz.

Tıpta stajyere intern deniliyormuş. Daha doğrusu stajyer demek yerine İngilizcesini tercih ediyorlar. Haliyle onların yaptıkları staj, sanayideki bir öğrencinin stajıyla aynı olmuyor. Ahahaha. Ulan küfür eden stajyerler aklıma geldi şimdi. Özellikle bir tanesinin hali aklımdan çıkmıyor. Ağzında sigarayla benim ölçüm yapmamı izliyordu. Ölçüm doğruysa onay veriyordum ve parçayı alıp diğer palete koyuyordu. Bu arada benim de işçiden pek farkım yoktu. Ben de diğer paletten ölçülecek olan parçayı taşıyordum masaya. Ne garip yav. Aslında tıpta stajyerler ikiye ayrılıyor. Biri düz stajyer, yani stajyer öğrenci. Diğeri yeni doktor, yani stajyer doktor. Bunların işi daha meşakkatli. Elbette sanayi stajyeri ile kıyaslanamaz. Lakin! Stajyer mühendis diye bir kavram olabilir. Hatta stajyer “meslek adı”. Bu mümkün. Çayla çorbayla uğraştırmak yerine, işçinin işini yaptırmak yerine kendi görevini stajyere anlatıp benzerini yapması istenebilir. Sonra da karşılaştırma yapılabilir. Zor değil. Belki de başkasına zor geliyordur. Bilemem.

Ben bir öğrencim olsun isterdim açıkçası. Ya da bir kohaim. Çok istedim, fakat bir senpai ya da sensei nasip olmadı. Mal olmadıkları sürece isteyene senpai ya da sensei olabilirim. Elbette bol bol ayak işi yaptırırım. Kendi işlerimi yaptırırım. Keyfi işlerimi yaptırırım. Nedenini o an açıklamadığım sonrasında kendisinin öğrendiği, başta anlamsız gibi gelen sonrasında çok faydalı olduğu ortaya çıkan işler yaptırırım. “Masayı cilala ve parlat evlat! Öğle yemeğimden 1 saat sonra da kahvemi getirmeyi unutma.” Bununla birlikte öğretmenlik vazifemi de en iyi şekilde yaparım.

Bir işi öğrenmenin iki yolu vardır. Düşe kalka, kendi başına öğrenmek ve usta-çırak ilişkisi. Günümüzde her bilgiye (uygulamalı bilgiler de dâhil (bkz: yutup)) internetten ulaşabildiğimiz için üçüncü bir yol olarak düşünülebilir. Fakat ben iki yolun bir karışımı olarak düşünüyorum bunu. İşi öğreten bir usta var fakat başında durmuyor ve öğrendiklerini kendi başına denemek zorundasın. “Videodakinin aynısını yapıyorum yav! Niye olmuyor?”

Aslında staja gelene kadar başka bir sürü sorun var. Mesela, eğitim süresinin çok uzun olması (üniversiteler dâhil), kalitesiz olması, uygulamanın yetersiz olması, çok fazla okul olması, öğretmenliğe değer verilmemesi vs. Elbette bunlardan bahsedecek değilim. Konuşmanın bir anlamı yok. O kadar uzman yazdı, çizdi. Gelişmiş ülkelerden örnekler gösterildi. Bunlara rağmen kimsenin umurunda değil. Biz niye umursayalım ki?

Bu bahsettiklerim stajyerin köle olarak görüldüğü yerlerle ilgili. Gerçekten mesleği öğretmek adına uğraşan, donanımlı eleman yetiştirmeye çalışan şirketler yok değil. Burada elbette iş öğrenciye düşüyor. Peki, öğrenciler öğrenmek için çaba sarf ediyor mu? Çok azı.

Neyse. Bu konu da bir yere bağlanacak gibi değil. Keşke sevgili hayat bizi bu kadar zorlamasaydı da bir konuya odaklanıp onun üzerine güzelce yazabilseydim. Böyle konudan konuya atlamasaydım ve ite kaka değil, şevkle yazsaydım. Cümleleri yarım bırakmasaydım. Sürekli; ama, fakat, lakin şeklinde bağlaçlar kullanmasaydım. Ama işler yolunda gitmiyor işte. Aksilikler bir türlü tepemizden ayrılmıyor. Güzel haberlere bile artık sevinemiyoruz. Haliyle bir gram motivasyon kalmıyor insanda. Kafam çok dolu mesela, ancak hangisini yazacağım, hangi fırsatta yazacağım, hangi şevkle yazacağım, bilemiyorum.

Hal böyle olunca, insan ne yazacağını, yazıp yazamayacağına hiçbir şeyine yazmayacağını bilemiyor.

Yine neyse.

Honey i’m home!

Bu arada, arılar yok olursa 4 yıl falan diye devam eden sözün sahibi Einstein değilmiş. Ancak sözün doğruluk payı çok yüksek. Gerçekten de arılar giderse insanlar yok olabilir. İnsanlardan kurtulmak için arılara kıyılır mı peki? Elbette hayır. Çünkü çok sevgili insanlar bunu zaten yapıyor. Elimizi kirletmeye gerek yok. Kendilerini ateşe atmak için, bilinçsizce yapılan arıcılıktan küresel ısınmaya kadar geniş bir yelpazede arı gibi çalışıyor çok sevgili aptal sürüsü.

Evet “arı gibi” ve “ateşe atmak için,” yazdım. En fazla bu kadar bağlayabildim. Başlığa da hiç utanmadan “Arılar ve Stajyerler” yazacağım.

Yorum bırakın