Hayat Limon Verirse…

Bu sözü hemen herkes duymuştur. “Hayat limon veriyorsa limonata yap!” Ne kadar da tatlı gözüküyor, öyle değil mi?

DEĞİL

Bu tür saçmalıklardan gına geldi. Hayatın gerçeklerinden uzak tavsiyeler insanı bezdiriyor. Saçma kişisel gelişim zırvalıkları can sıkıyor.

Hiç düşünmüyorlar, hayat limon verdi ama yanında şeker de verdi mi? diye. Ben söyleyeyim: hayır! Vermedi. Tatlı herhangi bir şey verdi mi? Hayır! Hiçbir şey vermedi. Peki, en azından limon sıkacağı falan verdi mi? Elbette hayır! Hayat çoğumuza limon bile vermez. Limon verdiklerine de şeker yerine tuz verir. Elimizdekilerle bari çörçıl yapalım, deriz ama onu da başkaları gelir mahveder.

Bazıları diyor ki, bu sözden çıkarılacak anlam şudur: hayatın ekşiliklerine üzülmek yerine onunla baş etmek gerek. Bazıları da eldekiyle şükretmek gerektiğini söylüyor (Ah!! Lanet olası şükürcüler.) Bazıları olumsuz durumlarda bile olumlu kalmak ya da fırsat olarak görmek gerektiğini söylüyor. Ben ise bu durumu hayatın yavşaklığına yoruyorum. Her durumda nasıl olumlu düşünebilir insan? Her şeyi nasıl fırsat olarak görebilir? Bunların hepsi saçmalık. Hepsi hayatın gerçeklerinden uzak saçmalıklar.

Ben bu saçmalıkları kabul etmiyorum! Ve o limonu alıp hayatın gözlerine sıkmak istiyorum. Cave Johnson gibi o limonu hayata iade etmek ve sonrasında hayatın evini yakıp kül etmek istiyorum. Hem de limonla!

 

GET MAD!

Şu şükürcüleri de anlamıyorum. Ne kadar aptalca bir tavsiye. “Şükret!” Hayat başkalarına limon tarlaları ya da limonata fabrikaları verirken bana çarık çürük bir limon veriyor sonra birileri çıkıp diyor ki; şükret. Neye şükredeyim lan! Neye, neye! Ya kendilerini avutuyorlar ya da bunlar, hayatın limondan çok daha fazlasını verdiği kesimden ve diğerleri isyan etmesin diye onları bu tür sözlerle uyutmaya çalışıyorlar.

Kahretsin ya! Böyle bir aptallığı kabul etmiyorum ve şükür falan etmeyeceğim. Hayat alsın bu limonu şükürcülerle birlikle bir tarafına soksun!

Ama neden böyle kızıyorum ki olumlu bakmam gerek, olomlo bokorsom olomloprwqtoq…

Saçmalıklar bitmiyor, bitmiyor! Olumlu bakmak nasıl işleri nasıl olumlu hale getirebilir? Bu ne kadar saçma bir tavsiye! Ayrıca nasıl olumlu bakayım lan, nasıl? Her şeye nasıl olumlu bakabiliyorsunuz? Bu kadar mı kopuksunuz gerçeklerden? Yoksa rahat bir hayatınız var ve rahat hayatınızdaki ufak, önemsiz sorunlardan yola çıkarak mı başkalarına hayat dersi mi veriyorsunuz? Tamam, olumsuz düşünceler çözüm getirmiyor ve çoğunlukla sorunları arttırıyor ama aynısı olumlu düşünceler için de geçerli. Oturup olumlu şeyler düşünmek hiçbir şeyi değiştirmez. Kendini kandırmaktan başka bir işe yaramaz.

Gerçekten inanılmaz!

Bir de papağan gibi sürekli aynı şeyleri tekrarlıyorlar. Bunun 2 açıklaması olabilir; ya bunlar robot ve hep aynı şeyleri söylemeye programlanmışlar ya da uyuşturucu kullanıyorlar. Başka türlü hayatı toz pembe göremezsin. Başkalarını böyle darlamaya devam ederlerse ihbar edeceğim artık.

Ya da malum partinin üyeleri olabilirler. “Herşey çoh eyiii şükredin yaw.”

Bir de şey var, “hayat bizi sınayarak güçlendiriyor.” Yok işte ekmek yapmak için hamuru yoğurmak gerekirmiş, yok işte oku fırlatmak için geriye çekmek gerekirmiş, yaşayarak olgunlaşırmış insan, acı çekerek kendini bulurmuş falan filan. Acının insanı olgunlaştırdığı konusuna katılıyorum ama bunun bir sınırı olmalı, değil mi? Resmen hayatım sikiliyor. Bu ne lan?  Bir dozu, bir sınırı olması gerekmiyor mu? Ayrıca ekmek yoğurmak ne alaka lan? Örnek verirken biraz düzgün örnek verin. Mesela şöyle: ekmeği pişirmek için ateş gerekir, ama ateşi fazla verirsen de ekmek yanar! Tüm emekler heba olur. Kömür olur. 

Herkesin hayatı farklıdır. Herkesin sınırı da farklıdır. Acı kimini olgunlaştırır, kimini asileştirir, kimini de yıldırır. Bezdirir. Kendini bildikten sonra, dünyayı öğrendikten sonra, kısacası olgunlaştıktan sonra acı çekmeye devam edersen ne olur? Çürürsün.

Offf…

Hayatım oflamakla geçiyor…

Başlarda ben de inanıyordum bu zırvalıklara. Hayat limon verdiyse üzülme ve durumu lehine çevirmeye çalış falan. Ancak bu söylenildiği gibi kolay değil. Sen uğraşıyorsun başka bir sorun çıkıyor. Görmezden geliyorsun sorun büyüyor. Sakin kalıp çözmeye çalışıyorsun başkaları gelip daha da karmaşıklaştırıyor. Hep bir aksilik çıkıyor. Hep sorunlarla boğuşuyorsun. Ve bir noktadan sonra, yeter artık! diyorsun. Lanet ediyorsun. Sonra düşünüyorsun, acaba lanetli miyim, diye. Ve kurşun döktürmek gibi işlere girişiyorsun. Abuk sabuk işlerden medet umar hale geliyorsun. Çünkü zor durumdasın. Çünkü çaresizsin. Ne kadar uğraşsan da olmuyor. Sürekli deniyorsun. Başarısız oluyorsun. Tekrar deniyorsun. Tekrar başarısız oluyorsun. En sonunda tükeniyorsun. Ve fark ediyorsun ki tüm o motivasyon konuşmaları, o kitaplar, başarı üzerine söylenen, hayat üzerine söylenen sözler, hepsi hatta şey saçmalıktan ibaretmiş. Hayat o kadar da basit değilmiş. Anlıyorsun hayatın adil olmadığını. Merhametli olmadığını. Yaşamaya değer olmadığını…

Peki ne yapmalı?

Kabullenmeli mi?

Asla! Böyle gelmiş böyle gider diyerek yaşanmaz. Gerçekleri filtreleyen bir gözlük bulup sahte mutluluklarla yaşamak da anlamsız. Kendini kandırarak uzun süre devam edemezsin. Er geç patlar.

Ee ne yapacağız?

Aklımda 2 yol var.

Birincisini yasalar gereği söyleyemiyorum ne yazık ki. Hayatımızı zehir ediyorlar, bu hayattan kurtulmak istediğimizde de engel oluyorlar. Tiksiniyorum insanlardan.

Diğer yoldan bahsedeyim.

Savaşmak! Mücadele etmek! Birinin gelip bizi kurtarmasını, elimizden tutup çekmesini beklersek daha çok bekleriz. Bunun gerçekleşmesi o kadar düşük bir ihtimal ki… Kim, size niye yardım etsin?

Zaten hayatlarımızın çekilmez hale gelmesinde bahtımız kadar diğer insanlar da sorumlu değil mi? Başkalarından medet ummak anlamsız.

Elde savaşmak dışında başka bir şey yok. Hayatta kalmak istiyorsak ve bu hayatı yaşanabilir hale getirmek istiyorsak mücadele etmemiz gerek. Sürekli dene, başarısız ol gibi değil. Daha agresif bir mücadeleden söz ediyorum. Hayatlarımız kötü başlamış olabilir. Ancak bu hep böyle devam edecek anlamına gelmiyor. Geleceği görememenin güzel bir yanı. Geleceği yaşanabilir hale getirmek için mücadele etmeliyiz. Bu mücadele için cesarete ihtiyacımız var öncelikle. Biraz risk almalıyız ve saçma korkularımızdan kurtulup harekete geçmeliyiz. Sonrasında lazım olan şey öfke. Biraz öfkeye ihtiyacımız var. Öfkeli olduğumuzu görsünler ki bizi ciddiye alsınlar. Sesimizi çıkartalım ki huzursuz olduğumuz anlaşılsın. Dişlerimizi de gösterelim ki koksunlar ve bizle uğraşmayı bıraksınlar.

Biliyorum söylemesi kolay. Tükenmişken nasıl savaşabilir insan? Ancak dediğim gibi; elde başka bir şey yok. Mecburiyet. Hayatın ve diğer insanların saçmalıklarını kabul etmek istemiyorum. İşler yoluna girmese bile en azından denemediğim için pişmanlık duymayacağım. Yapmamaktan dolayı duyulan pişmanlık en kötüsü. Bunu istemem doğrusu.

Katlanmak istemiyorum bu hayata, bu nedenle savaşmak zorundayım. Tamamen tükendiğimde de savaşı bitiririm herhâlde. Pes etmekten bahsetmiyorum. Pes etmek kabullenmektir. Kendi savaşımı bitirmekten bahsediyorum. Madem istediğim gibi bir hayat yaşayamıyorum ve savaş gereğinden fazla uzadı. O halde kendini daha fazla yıpratmanın anlamı ne?

Full hd izle:

Yorum bırakın